23 Ocak 2023 Pazartesi

 Kentleşmenin Yeni Bileşeni: Göç ve Turizm

 

Rotterdam, Hollanda’nın 750 bin nüfuslu bir şehri, dünyadaki modern mimarlık ürünleriyle ünlü bir şehir.

 

Bu özelliği mimarlık alanında kentin bütününü kapsayan bienal (2 yılda bir yapılan etkinlik) yapmaya çok uygun.

 

Benim için önemli olan, bu yıl ki bienal küratörü Vedran Mimica’nın açılışta söyledikleridir.

 

 “Dünyada her gün 150.000 kişi köylerden kentlere göçüyor.

 

Yani 5 günde bir yeni Rotterdam kenti oluşuyor.

 

3 ayda bir New York kenti veya Şanghay kenti oluşuyor.”

 

 “Bu yıl insanlık tarihi açısından bir dönüm noktasıdır.

 

Çünkü artık dünyadaki insanların yarısından fazlası, 2007 yılından itibaren “kentlerde” yaşıyor.

 

Son 50 yılda dünya insanlarının 1/3’ü yer değiştirerek köylerden kentlere göç etti, önümüzdeki 50 yılda da yeni bir 1/3 dünya insanının yine köylerden kentlere göç etmesi bekleniyor.”

 

 “Kentlerin oluşum, değişim ve gelişiminde artık yeni 2 kavram göz önüne alınmak zorundadır; GÖÇ ve TURİZM.

 

Kentleri yönlendiren politik ve ekonomik irade, bu 2 kavramı gelecek planlamalarında göz önüne almazlarsa, doğru hedefler çizemezler.” …

 

Bilindiği gibi bunlar üzerine düşünmenin ne kadar önemli olduğunu, kentimiz için yararlar sağlayacağı defalarca yazdık.

 

 Şimdi bir de uluslar arası platformlarda uzmanlarca ifade edilmesi benim dikkatimi çekiyor.

Özellikle göç ve turizm meselesi dikkatimizi çekiyor.

 

Olayın sonucuna bakıldığında iki kavramda, insanların “yer değiştirmesi, devinimi ve hareketi” üzerinden oluşuyor. Göç; zorluğun ve zorunluluğun ifadesidir.

 

Turizm ise; keyfin ve keyfiyetin ifadesidir.

 

Her iki durumun sonucu; kenti, kentleşmeyi ve kentliliği doğrudan etkiliyor.

 

Bu konuda Çanakkale üzerine birkaç kelam etmesek olmaz.

 

 Çanakkale kenti son 50 yılda, nüfus olarak 8 misli, alan olarak 12 misli büyümüş.

 

Yani pek farkına varmasak ta, müthiş bir kentleşme ivmesine sahip.

 

Göçe bağlı büyüme ve az da olsa doğurganlığa bağlı çoğalma, kentin gittikçe artan özelliğidir.

 

“2000 yılı sonuçları itibarıyla Çanakkale ili nüfusu, 464.975’tir.

 

 Nüfusun % 46.36’sı (215.571 kişi) kent merkezlerinde(il ve ilçe merkezlerinde), %53.64’ü (249.404) ise kırsal kesimde (köyler ve bucaklarda) yaşamaktadır.

 

Aynı verilere göre; Merkez ilçe’de 104.205 kişi yaşar, kentte(Çanakkale’de) 75.810 kişi (%73’ü) yaşamaktadır.”

 

Bu ülkede, doğudan ve kuzeyden, batıya ve güneye göç devam ediyor.

 

Çanakkale de bir batı kenti olarak bu göçü alacaktır.

 

Kendi il sınırlarındaki kırsal nüfus, ülke ve dünya oranına göre çok yüksektir.

 

Çanakkale’nin il merkezi olması, birçok hizmet ve olanağı bünyesinde barındırması, kentsel değerleri içinde bulundurması, ilçe ve köylerinden göç almasının temel belirleyicisidir.

 

Çanakkale önümüzdeki süreçde, bir taraftan ulusal göç alacak, diğer taraftan kendi il sınırlarından yerel göç alacaktır.

 

Avrupa’nın birçok ülkesinde, kentlerde yaşam (kentli kültürüyle, kentlilik bilinciyle yaşam) %93 mertebesine ulaşmıştır.

 

Türkiye de bu oran henüz %62’dir.

 

Gelelim Turizm meselesine, bu kentin bütün söylemleri turizm endekslidir.

 

Dünyada insan refahının artması, gelir, üretim ve tüketimle orantılandırılır.

 

Fakat refahın bir başka göstergesi de, bireysel kaynaklarını dünyayı gezip görmeğe ayıran insan oranı üzerinedir.

 

Bilişim ve iletişimin de artmasıyla, insanlar küçülen dünyanın her tarafına gitmek, görmek, dokunmak, solumak, bir gün bile olsa oradaki insanlarla yaşamak, yerel tarihe ve kültüre ortak olmak istiyor.

 

İl sınırlarına gelen yıllık turist sayısı 4 milyon civarına ulaşmıştır.

 

Bu rakam, Türkiye nüfusunun %5’idir.

 

Bu sayının büyük çoğunluğu kentle direk ilişki kurmakta, fakat barınamamaktadır.

 

Önümüzdeki dönemlerde, insanlar daha fazla gezmek, görmek isteyeceklerdir.

 

Çanakkale’ye gelen turist sayısı da artacaktır.

 

Dolayısıyla, Çanakkale’nin “politik, ekonomik, akademik, toplumsal iradesi”, size sesleniyoruz, gelecek planlamanızda “turizm” ve turizme bağlı büyüme ne kadar önemli bir hedef oluşturuyor?

24 Aralık 2022 Cumartesi

 ESKİŞEHİR TARİHİ - 1

 

Eskişehir’in yoğun olmayan yerleşime uğramamış bereketli toprakları 18’inci yüzyıldan itibaren göç almaya başlar.

İlk gelenler Çerkezler ve Abazalardır.

1860 yılında Kırım’dan Anadolu’ya büyük sayılacak bir göç gerçekleşir.

Bugün de mevcut olan pek çok Tatar köyünün başlangıcı bu tarihe kadar gider.

Daha sonra sırasıyla 187/’de Balkan göçleri ve 1877-1878 ile 1882’de Kafkaslardan Çerkez göçleri gelir.

20’nci yüzyıl başlarında Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler devam eder.

1917 ve sonrasında Kırım ve Kazan’dan Anadolu’ya gelenler olur.

Eskişehir’in geleneksel yerleşim alanı Odunpazarı’ndan kuzeye yayılan yerleşiminde bu göçlere bağlı olarak kurulan yeni mahalleler etki yapar.

Eskişehir tarihinin yukarıda özetlediğim yakın dönem tarihi az çok bilinir.

Ama bu göç sürecine sıkışmış bazı olaylar var ki; onları yeterince bildiğimizden emin değilim.

Belki de; kapsamlı ve bütünleşik bir Eskişehir Tarihi’nin yazılmamış olmasının bu eksik bilgilenmede etkisi var.

Dünyaca ünlü The Times Gazetesi’nin 31 Aralık 1904 tarihli sayısında “The Land of the Anatolian Railway II (Anadolu Demiryolu’nun Geçtiği Topraklar II)” başlıklı bir makaleden alıntı yapmak istiyorum.

Yazıda Bulgaristan’dan göç eden ve Ankara – Eskişehir arasında üç farklı yerleştirilen Yahudi göçmenlerden söz edilmektedir:

“Eskişehir ve Ankara arasında Romanya’daki Ortaçağ İspanyol Yahudileri gibi haçın gölgesi yerine hilali yeğlemiş üç küçük Yahudi yerleşmesi bulunur.

Bu kolonicilerin 100 aile oldukları söyleniyor.

Türkiye’ye 5 yıl önce geldiler ve Dobruca’dan geldiklerinde muhacir statüsü ile Sultan’ın kamu topraklarından geniş araziler verildi.

Başlangıçta çok az şey talep ediyorlardı ancak kıyafetlerinin yetersizliği nedeniyle, soğuktan, açlıktan çok etkilendiler.

Sefaletleri yüzde 90 oranında kentli olmalarından ve tarım hakkında pek bir şey bilmemeleri yüzünden artmıştı.

Bu halde iken Berlin’den Prof. Otto Warburg tarafından keşfedildiler.

Kolonilerin basına bilimsel tarım bilgisi olan yetkin idareciler atadı ve yerleşmelerin tüm masraflarını karşıladı.

Beylikahır’daki koloni 100 kişinin 48’inin barındığı koloni olduğu için en önemlisidir.

Burası imar edilmiş anlamına gelen ‘mamure’ adını taşır ve oldukça iyi durumdadır.

Kireç boyalı kerpiç evlerin kırmızı kiremitli çatıları ve kerpiç ağılları özgün bir mimaridir.

Köylüler yaklaşık 400 koyun, 400 keçi sahibidirler.

 800 hektar alanda bu yıl tarım yapılmıştır, kolonistlerin çoğu gettolardan gelmiş olsalar da, tarıma yavaş yavaş alışmaktadırlar.

Çok çalışmaktadırlar ve sahip oldukları başarıdan daha çoğunu hak etmektedirler.

 Bu yılın hasatı oldukça büyük bir hüsran oldu.

 Mayıs basına kadar mısır harika durumdaydı, ancak bundan sonra 5 ay süren kuraklık sonucunda ürün zayıf oldu.

Başlangıçta yerleşim komünist ilkelerle işletilmek istendi ancak bunun büyük bir hata olduğu anlaşıldı ve hemen terk edildi.

Arazi aileler arasında sanki kendi mülkleriymiş gibi bölümlere ayrıldı.

Her aile sıradan bir sapan ile bazı tarımsal aletlere sahipken her grup (3 aileden oluşan) 3’lü sapana sahipti.

Ambarlar, demirciler ve ağır makineler, örneğin buharlı harman makinesi genel kullanımdaydı.

Koloni makineler açısından iyi donanımlıydı ki bunların çoğu birinci sınıf İngiliz makineleridir.

Baş edilmek zorunda kalınan iki güçlükten biri kuraklık ki tüm Anadolu’da yaygındır, diğeri köyün sağlıksız konumudur.

Bölgede sıtma o kadar yaygın ki istasyon şefi birkaç ayda bir değişiyor.

Köy sakinleri yerleşimlerinin ilk iki yılında ateşten çok yakınıyorlardı ancak simdi çevreye bir ölçüde alıştılar.

Yaşanan küçük tatsızlıklar arasında zaman zaman büyük sayıda koyunu telef eden kurtlardan da bahsedilmektedir.

Köyün hükümete ödediği vergiler oldukça ağır. Su ana kadar koloni Prof. Warburg ve Paris Cemiyeti’ne aile basına 300-400 Franka mal oldu.

Beylikahır trenle Eskişehir’den 2 saat uzaklıkta.

Diğer koloniler Sazılar’da yer almakta, Ankara ile Beylikahır arasında ve diğeri hemen Ankara’nın yanında”.

The Times’da bu makalenin yayınlandığı yıllarda (bugünkü adı Beylikova olan) Beylikahır’ın 150 dolayında haneden oluşan önemli bir köy olduğu anlaşılmaktadır.

Beylikahır, Yunanlıların bu bölgeyi işgalinden önce nüfusun çokluğu, çarşısı ve dükkânlarının zenginliği ile gelişmiş bir köy olarak tanınmaktadır.

Yukarıda bir kısmını verdiğim The Times Gazetesi’ndeki 1904 tarihli makalede ismi anılan Prof. Otto Warburg, 1859-1938 yılları arasında yaşamış bir Alman botanikçi ve endüstriyel tarım uzmanıdır.

1897’de İsviçre Basel’de kurulmuş (1960’da Dünya Siyonist Örgütü adını almış) olan Siyonist Örgütü’nün aktif bir üyesidir.

1911-1921 tarihleri arasında örgütün başkanlığını yapmıştır.

 Örgütün başkanlığını yaptığı dönemde temel bakışı, “Yahudiler için Filistin’de yasal olarak güvence altına alınmış bir ev / vatan” yaratmaktı.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi’nin 1993 yılı I. Cilt 3 no’lu sayısında yer alan H. Siren Bora imzalı “Alliance Israelite Universelle’in Osmanlı Yahudi Cemaatini Tarım Sektöründe Kalkındırma Çalışmaları ve İzmir Yakınlarında Kurulan Bir Çiftlik Okul: Or Yehuda” isimli makaleden birkaç alıntıyı da dikkate sunmak isterim: Alliance Israelite Universelle; “… Jewish Colonization Association’ın (Yahudi Kolonizasyon Derneği’nin) desteğiyle Beylikahır, Sazılar ve Selanik Tarım Okullarını kurdu.”

Makalenin bir başka yerinde ise “Jewish Colonization Association Mezopotamya’da, Eskişehir’de (Mamure), İstanbul vilayetinde (Mesila Hadaşa), Silivri’de (Fethiköy), Akhisar’da (Or Yehuda) ve Balıkesir’de (Tekfur Çiftlik) yeni tarım kolonileri kurdu” deniyor.

H. Siren Bora’nın makalesinde; (sonraki yıllarda yaşanan süreç sonucu adı Kayalı kasabası olan) Or Yehuda isimli tarım çiftliğinde yaşamış Yahudi ve diğer dinî / etnik kimliklere sahip ailelerin isimlerinden söz ediliyor.

Araştırmacı ve yazar Rifat N. Bali, Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan büyük kargaşa ve yıkımdan bu çiftliklerin de zarar gördüğünü ve 1930’lu yıllarda tasfiye edildiğini yazıyor.

Bir gazete köşe yazısının bu konu için yeterli olmayacağını tahmin ve takdir edersiniz.

Bu nedenle (erişebildiğim kaynaklar ölçüsünde) isimleri anarak ve kısa alıntılarla yetinmek zorundayım.

Eskişehir tarihi açısından konunun ayrıntılarına girme ve kamuoyu ile paylaşma işini tarihçilere bırakalım.

1 Aralık 2022 Perşembe

 BAĞYÜZÜ RAPORU - 6

 

BAĞYÜZÜ / ÇAMOBA / KÜÇÜKKÖY ODAK KÖYLERİN KARŞILAŞTIRILMASI

 Ege’nin, denize dik olarak uzanan dağlarıyla şekillenen eğimli topoğrafyası, coğrafi bölgenin kıyısında yer alan Ayvalık kırsalında fazla yüksekliğe ulaşmayan tepelerle sınırlı kalmaktadır.

Tarım ve yaşam alanlarının oluşmasına imkan tanıyan eğimli yapı, çoğunluğu delice olan geniş zeytinliklerin, tarım ve orman arazilerinin içinde yer alan yamaç yerleşimi özelliği gösteren köylerin oluşmasına olanak sağlamıştır.

Söz konusu köylere örnek Çamoba ve Bağyüzü’nün yerleşim yapısı, bir başka odak köy olarak belirlenen ve oba yerleşimi olan Küçükköy’den bu anlamda farklılaşmaktadır.

Diğer taraftan tarımsal açıdan değerli olan ama yerleşim açısından riskli olarak tanımlanan alana yerleşmiş olan Küçükköy’ün diğer kırsal yerleşimlerle kıyaslandığında tarımsal üretimden çok ikinci konut stoku ile sıkışık morfolojik biçimlenişi eğimli topoğrafyalara yerleşse de, daha çok Lesbos yerleşimleriyle benzerlik göstermektedir.

Yaz-kış nüfusu arasında önemli farkların oluşmasına neden olan ikincil konut kullanımı, özellikle restore edilmiş eski evlerin nüfusuyla birleşince köyün canlılığını mevsimsel olarak da farklılaştırmaktadır.

Köylerin genelinde özellikle yaz aylarında mevsimsel nüfus artışını gözlemlemek mümkünse de Türkiye kırsalının temel sorunu olan nüfus kaybı, Ayvalık geneline baktığımızda daha az endişe verici bir manzaraya sahiptir.

Zira Çamoba ile birlikte bölgedeki köylerden bazıları hali hazırda göç almakta ve bu sayede bölgede tarımsal faaliyetler sürdürülebilmektedir.

Diğer taraftan Bağyüzü göç vermekte, merkez köy olması ise bu sürecin işleyişine engel olamamaktadır.

Buna rağmen Bağyüzü, Ayvalık kırsalı bütününde tarımsal ekonomi açısından en çok kalkınmış olan yerleşimlerden biri olarak değerlendirilebilir.

Zeytin ve bamya üretimi dışında asıl ekonomik gücünü oluşturan çam fıstığı önemli tarım ürünü olarak ön plana çıkmaktadır.

Ekonomik faaliyet seçeneklerini çoğaltan iklim yapısıyla Ayvalık, turizm için sıcak ve az yağışlı 6 aylık süreci takip eden sonbahar ve kış aylarında gelen yağışlarla özellikle kurak aylarda ihtiyaç duyduğu yeraltı sularını zenginleştirmektedir.

Söz konusu nedenle de kuru tarıma uygun bir ürün olan zeytin için  iklim son derece elverişlidir.

Türkiye’nin batısının en temel tarım ürünlerinden biri olan zeytin, Ayvalık kırsalının tamamında görüldüğü üzere Çamoba’nın da başlıca gelir kaynağıdır ve kısmen de olsa nüfusu ait olduğu toprakta tutarak, bağlarını koparmasını engellemektedir.

Global ölçekte marka değerini ortaya koymaya çalışan Ayvalık, zeytin ve zeytinyağı üretimindeki rolüyle bölgenin tarım kültürünü bir takım etkinliklerin de konusu haline getirmektedir.

Zeytinyağı Müzesi ve içinde yer alan işlikleriyle zeytin ve zeytinyağının tanıtımını yaparken, Zeytin hasadıyla kırsalın yaşamını ve üretim bilgisini paylaşmaktadır.

Zeytin dışında başka tarımsal ürünlerin de yetiştiriciliğinin yapıldığı Küçükköy ile birlikte Çamoba’da ise küçükbaş hayvancılık önemli bir geçim kaynağı olarak ön plana çıkmaktadır.

Tarımsal üretime ait farklılıklar, özellikle yerleşimin kimliğine de belirgin bir şekilde sirayet etmiştir.

Konut parsel yerleşiminde tarımla bağlantılı ek birimler, depolama alanları, ahırlar yerleşimin biçimlenişini farklılaştırmaktadır.

Çamoba ve Bağyüzü’nde nispeten ayrık nizamla konut parsel yerleşimi, müştemilatı biraz daha belirgin bir şekilde ortaya çıkarırken; Küçükkköy’deki bitişik nizam yapılar ve özellikle sokağa açılan giriş kapılarıyla görmeyi beklediğimiz tarımsal kimlikle eşleşmeyen bir kırsal mimari tipolojisi oluşturmaktadır.

Çamoba da nüfusun canlı dinamik yapısı, Bağyüzü’nde ekonomik kalkınmışlığın görece getirdiğ refah, Küçükköy’de ise ikinci konut kullanımına yönelik restorasyon uygulamaları, yerleşimlerin bakımlı olmasını sağlamaktadır.

Geleneksel mimaride çoğunlukla yığma taş binalardan oluşan her üç yerleşimde de çok büyük ölçüde olmamakla birlikte farklılaşan mimari karakterlerden bahsetmek mümkündür.

Bu farklılıklar kısmen sosyal donatıların ve ortak kamusal mekânların biçimlenişiyle de etkileşim içindedir.

Bağyüzü’nün merkez köy olması, Küçükköy’ün ise ikinci konut yoğunluğu nedeniyle sahip olduğu donatılar, Çamoba’ya nazaran daha yeterli seviyededir.

Yakınlarındaki kırsal yerleşmelere de hizmet veren bu donatılar genellikle köy meydanlarını çevrelemekte, bir anlamda ticari merkez niteliği de taşımaktadır.

Küçük meydancıklar dışında hemen hemen her köyde bulunan ana meydanlardan bazıları arnavut kaldırım döşemeleriyle farklı bir mekânsallık yaratmaktadır.

Özellikle ara sokaklarda bu malzemenin kullanım devamlılığı ise kamusal açık alan oranını artırırken, ara yüz olarak konut ve bahçe duvarıyla estetik bir buluşma oluşturmaktadır.

Bölgeyi ziyaret eden turistlerin özellikle uğrak yeri olan Küçükköy, bu kamusal alanların en güzel biçimlenişine sahip olan yerleşimlerden biri olmakla birlikte; odak köy olarak seçilen üç köy yerleşiminde de yollar rahat yürünebilir niteliktedir.

Köy içi yolların dışında genel ulaşımda maalesef sorunlar yaşanmaktadır.

Küçükköy dışında yerleşimlere ulaşımda aksamalar görülürken, yeterli sayıda ulaşım hizmeti de verilememektedir.

 BAĞYÜZÜ RAPORU - 5

 

MİMARİ

 Köyde 2 adet cami, 1 adet okul, çok sayıda kahvehane ve bakkal mevcuttur.

Ayrıca köyde soğuk demir atölyesi de vardır.

Yapı kullanım durumu ve kalitesi incelendiğinde; köydeki yapıların birçoğunun kullanım halinde olduğu görülmektedir.

Yapı kalitesini iyi ve orta düzey olarak analiz etmek mümkündür.

Kötü durumda olan ve taşıyıcılığını yitirmiş az sayıda yapı mevcuttur.

Bu durumu gelir düzeyiyle ilişkilendirmek de olasıdır.

Yapı kat adetleri Bağyüzü’nde tek katlı, 2 veya 3 katlıdır.

Eğimli bir tepecik çevresindeki Bağyüzü Köyü’ne üst noktadan bakıldığında, bu köyde de diğer Ayvalık ve Lesbos köylerinde olduğu gibi kırma ve sundurma kiremit çatı örtüsünün hakim olduğu görülmektedir.

Ortak kamusal mekânlar: Köy, biri büyük ikisi küçük farklı meydanlara sahip olup; bu meydanları birleştiren ana aks üzerine kurulmuştur.

Bu meydanlar farklı biçimlenişteki ortak kamusal mekânlardır.

Bağyüzü Köyü’ndeki ortak kamusal mekânlara bir diğer örnek de Sokak aralarında sıkça rastlanan çeşmelerdir.

Bu çeşmeler hem sokak doğrultusunda bir durma noktası, hem de ortak kullanılan mekânları oluşturmaktadır.

Köyde ayrıca, camiye yakın konumda bir çocuk parkı bulunmaktadır.

Köydeki yollar ele alındığında, dağınık bir yapı yerleşiminin varlığından söz edilebilir.

Genellikle birçok yapının bahçe ya da ekili alan kullanımı söz konusudur ve sokakların da bu organik yapıya uygun bir dili vardır.

Farklı akslarda, farklı eğimlerde giden sokaklar, farklı kesişim noktalarına sahiptirler.

Bazı noktalarda yolların genişlediği, bazı noktalarda ise daralarak sokak boyunca devam ettiği görülmektedir.

Döşeme kaplama malzemesi yoğun olarak doğal taş olup, arnavut kaldırımı şeklindedir.

Genel olarak konut yapıları müştemilatlarıyla ilişkilenmekte, bahçe kullanımı ise yapıların ön bölümlerinde yer almaktadır.

Bu sebeple yapıların girişleri sokakla birebir ilişki içinde değildir.

Köylüler seyrek de olsa sebze yetiştirmekte; bahçelerindeki meyve ağaçlarından badem, ceviz, nar, ayva gibi meyveler elde etmektedirler.

Bu bağlamda bu biçimlenişin bir sonucu olarak ekili alanlar, bahçeler, sokak yapısı ve bu ilişkiler bütününde şekillenen yapılaşma biçimi, genel parsel biçimlenişini oluşturmaktadır.

Bağyüzü Köyü’ndeki yapı türleri konut, ticaret, dini, su ve eğitim yapıları şeklinde sınıflandırılabilir.

Köydeki konut yapıları, araziye farklı açı ve noktalarda yerleşmektedir.

Sokaklarda birçok çeşmeye rastlanmaktadır.

Köyde bir adet cami ve ilkokul bulunmaktadır.

Bazı yapıların zemin katlarında nalbur, terzi gibi işlevlerde kullanılan dükkanlar vardır.

Köydeki cephe düzenine bakıldığında, taş yapılarda girişin çoğunlukla ortadan olduğu ve pencere düzeninin odalara bağlı olarak konumlandığı görülmektedir.

Karma yapım tekniğine sahip yapılarda zemin kat ek bir yapıyla veya bir garajla ilişkilenmektedir.

Yeni yapılan betonarme yapıların ise mevcut dokudan çok farklı bir yapıya sahip oldukları görülmektedir.

 

SOSYAL HAYAT

Bağyüzü yolu üzerinde bir Atatürk heykeli vardır.

Madra Dağı Atatürk Heykeli olarak bilinir.

Eşine pek rastlayamayacağınız eser, abidevi Atatürk heykelleri ile tanınan rahmetli Tankut Öktem’e aittir.

Ayırıcı özelliği, heykelin yol kıyısındaki doğal, devasa bir kayanın üzerine oturtulmuş olmasıdır.

Bağyüzü’nün merkez köy olması sebebiyle mekânsal anlamda çok daha gelişmiş olduğu ve yaşayanların eğitim seviyesinin de yüksek olduğu bilinmektedir.

Köyde kadın ve çocukların gidemediği mekânlar olmamasına rağmen köy meydanlarını erkekler kadınlara oranla daha fazla kullanmaktadırlar.

Kadınlar ise atölye, çeşme, fırın, pazar yeri gibi alanlar ile toplanma mekânı haline gelen meydancıkları daha çok kullanmaktadırlar.

Köy halkının kendilerine has gelenek ve görenekleri devam etmektedir.

Düğünler meydanlarda yapılmakta ve 3 gün 3 gece sürmektedir.

Köy kültürünün zenginliğine ve çeşitliliğine bakıldığında yemek kültüründe Çamoba Köyü ile benzer olarak keşkek ön plana çıkmaktadır.

Yöreye ait olan keşkek, Balıkesir köy düğünlerinin ve hayırlarının vazgeçilmez yemeğidir.

Hıdırellez, Çamoba’da olduğu gibi Bağyüzü’nde de 6 Mayıs günü bütün köy halkı tarafından özel olarak kutlanmaktadır.

Bu günde bağ ve bahçelere eğlenmeye gidilmekte;  piknik yapılıp, oyunlar oynanmaktadır.

Bağyüzü’nde komşuluk ve akrabalık ilişkileri de oldukça kuvvetlidir.

İnsanlar birbirleriyle sürekli iletişim halindedirler.

Köy halkı yardımlaşma ve dayanışma açısından da oldukça kuvvetli ilişkiler sergilemektedir.

Kozak taşı meşhurdur.

Arnavut kaldırımı ya da başka amaçlarla kullanılan granit taşlardır bunlar.

Atölyelerde farklı ebatlarda küp şeklinde kesilir ve adlarına “zar taşı” denir.

Meydandaki alanın arkasındaki bina köyün “kamusal mekânı”dır.

İçerde halı atölyesi ve gençler için spor salonu vardır.

Tabancalı Zeybeği yörenin en önemli halk oyunudur.

Köy nüfusunun büyük bir kısmı Ayvalık'ta ikamet eder ve İnşaat, otomotiv ve sigorta gibi meslekler yaparlar.

 BAĞYÜZÜ RAPORU - 4

 

ÇAM FISTIĞI

 

Çam fıstığı Latince adı Pinus Pinea olan Fıstık Çamı ağacının yörede  Kozak adı verilen kozalaklarından elde edilir.

Kozaklar yılbaşından sonra toplanmaya başlanır.

İlkel yöntemlerle, ağaca tırmanılarak toplanan kozaklar depolama alanında depolanır.

Yaz aylarının gelmesi ve havanın ısınması sonucu ise bu kozaklar güneşe serilerek kurumaları sağlanır.

Kuruyan kozaklar açılarak içlerindeki kabuklu fıstığın çıkması sağlanır.

Bu kabuklu fıstığa küner adı verilir.

Künerler fabrikalara satılarak gelir elde edilir.

Fabrikalarda da kabuğundan ayrılarak ekonomiye kazandırılır.

2020 yılı fiyatlarıyla bir kg küner 100-130 TL ,  bir kg iç fıstık 400-450 TL civarında alıcı bulmaktadır.

Mahallede 3 adet fıstık fabrikası bulunmaktadır.

Mahalledeki evlerin pek çoğu fıstık ağacı sahibidir  ve önemli bir geçim kaynağıdır.

Besin değeri yüksek ve lezzetli bir ürün olan fıstık evlerde de tüketilmekte, özellikle bal ile karıştırılarak yapılan helvası büyük beğeni toplamaktadır.

Ağacın literatürdeki ismi Pinus Pineadır.

Boyu 20 metreye yakın, geniş tepeli bir ağaçtır.

Sekiz-on yaşından itibaren ürün vermeye başlar, ve 80-100 yaşına kadar devam eder.

Fıstık da iç pilavda, zeytinyağlı dolmada, aşurede, irmik helvasında kullanılan fıstıktır.

Dünyada sadece kuzey Akdeniz havzasında yetişir.

Türkiye çamfıstığı üretiminde İspanya’dan sonra ikincidir.

Kozak Yaylası’nın yanı sıra Aydın, Muğla, Antalya ve Kahramanmaraş’ta da yetiştirilir.

Yetişkin bir ağaçtan yaklaşık 120 kilogram kozalak elde edilir, bir kozalaktan da altı-sekiz kilogram fıstık demektir bu.

Çamfıstığı, çerez gibi yenilecek bir şey değildir.

100 gramında 580 kalori vardır.

Bugünlerde çam fıstığının kilosu 50 Eurodur.

Köyün favori tatlısı da fıstık helvasıdır.

Maalesef Bergama’nın 16, Ayvalık’ın 1 köyünün geçim kaynağı olan Kozak Yaylası’na taş ocakları, orman köylüsünün geçim kaynaklarına zarar vermektedir.

 Taş ocaklarının yarattığı kirliliğin yaklaşık 15 milyon çam fıstığı ağacında verimin düşmesine neden olduğu vurgulanıyor.

 Bağyüzü’ndeki granit taş ocağının ise 24,84 hektarlık alanda yıllık 81 bin ton kapasite ile granit üretilmesi planlanıyor.

 

EĞİTİM

 Mahallede ilk resmi ilkokul 1933 yılında kurulmuştur.

Üç yıllık eğitmenli okul olarak açılan kurum daha sonra 1948 yılında 5 yıllık ilkokul haline getirilmiştir.

Okul binası iki defa büyük onarım geçirmiştir.

Zaman geçtikçe ihtiyaca cevap veremeyen okulun yerine bugün kullanılmakta olan yeni okul binası yapılarak hizmete sunulmuştur.

Yeni bina daha sonra ilköğretim okulu haline getirilmiş olup birinci ve ikinci kademe aynı binada eğitim vermektedir.

Okula çevre köylerden taşımalı sistemle gelen öğrenciler olup; Hacıbozlar, Sarılar ve Hacıveliler köyleri öğrencilerini bu okula taşımalı olarak göndermektedir.

Eski okul binasında ise Bağyüzü Köyü’nde başlatılan İŞKUR Halı Dokuma Kursu ile halı dokumacılığı yapılmaktadır.

Okul dışında eğitime katkı olarak görülebilecek Rasime-Recai Şeyhoğlu Kütüphaneler Zinciri’nin iki kolu Ayvalık’ın köylerinde bulunmaktadır.

Bunlardan biri Bağyüzü’ndeki Orhan Kemal Kütüphanesi’dir.

Bağyüzü Köyü’nde okuma yazma bilenlerin oranı %98’dir.

  Kentleşmenin Yeni Bileşeni: Göç ve Turizm   Rotterdam, Hollanda’nın 750 bin nüfuslu bir şehri, dünyadaki modern mimarlık ürünleriyle ü...